Sinema sanatı aracılığıyla Türkiye ve Almanya toplumları arasındaki ekonomik ve kültürel paylaşımı artırmayı ve birlikte yaşam kültürüne katkıda bulunmayı amaçlayan Türk Film Festivali | International / Frankfurt/M. bu yıl 18.kez düzenlendi. 14-19 Ekim 2018 tarihleri arasında Türkiye sinemasının nitelikli örneklerini Almanya’da geniş kitlelerle buluşturdu. Sinemayı araç olarak kullanarak kültürler arası diyaloğu güçlendirmek ve Türkiye sinemasının kültür elçisi olma hedefiyle yola çıkan festivalde Türkiye, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinden kısa ve uzun metrajlı 40’a yakın film izleyicilerle buluştu. Festival kapanış töreninde Altın Elma Ödülleri bu yıl 7. kez sahiplerini buldu. Biz de MaviBlau ekibi olarak festivalin kurucusu ve başkanı Hüseyin Sıtkı ve Altın Elma Türkiye Jürisi Başkanı yönetmen Ezel Akay ile keyifli birer röportaj yaptık.
Hüseyin Sıtkı ile yaptığımız röportajına buradan ulaşabilirsiniz.
Ezel Akay: Yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu. Uzun metraj filmlerden reklam filmlerine kadar birçok projeye imza atmış başarılı bir sinemacı. Aynı zamanda Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama yüksek lisans programı öğretim görevlisi. Uluslararası Frankfurt Türk Film Festivali’nde bu yıl Altın Elma Türkiye Jürisi Başkanı olarak görev aldı.
Almanya ve Türkiye sinemasını birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu festival iki kültürü buluşturarak sinemaya nasıl bir katkı sağlıyor?
EZEL AKAY: Almanya’da geçtiğimiz son 20-30 yılda birçok şehirde, birçok Türk Alman film festivali düzenlendi ve bunlar yıllardır sürüyor. Aslında dünyanın başka ülkelerinde iki ülke arasında böyle bir etkinlik oluyor mu bilmiyorum ama ilginç bir sosyal gösterge aslında bu. Türkleri en iyi tanıyan millet herhâlde Almanlardır, iç içe yaşayan başka bir etnik grup yok. Almanya’da birbirlerinden farklı iki toplum birlikte yaşıyor. Hem sosyal hem de kültürel anlamda Türkiye yine son 20-30 yılda çok büyük bir sıçrama yaptı. Çok genç bir nüfus var, sinema sektörü çok büyük bir hızla, inanılmaz büyüdü. Yılda iki yüzün üzerinde film yapılır hâle geldi. Filmler de aslında toplumların o dönemdeki hâllerini yansıtıyorlar. Bu filmlerin Almanya’da gösterilmesi, Alman sinemacılarını da etkiliyor, Türk sinemacıları da. Sinema filmleri gerçek bir iletişim alanı çünkü. Ben bunun tersinin de olmasını çok isterdim. Genellikle Almanya’da gösterilen filmler birkaç ticari özel gösterim dışında Türkiye’de de gişe yapmış filmler. Bunlar her zaman Almanya’da da benzer bir oranda gişe yapıyorlar. Festivaller tabii daha ticari amaçlı yapılmayan, sinema sanatına daha yakışan filmlerin gösterilmesini sağlıyorlar. Aynı şey keşke Türkiye’de olsa. Dünya dağıtımına çıkamayan ama Almanya’da rağbet gören veya sinema sanatına büyük katkılarda bulunmuş sanatçılar tarafından yapılan çok değerli Alman filmleri var. Keşke bu filmler festivallerde Türkiye’de de gösterilse. Mesela Ankara-Alman Türk Film Festivali, İzmir Türk-Alman Film Festivali olsa. O zaman bu iletişim çok daha farklı hâle gelecek. Bu durum, hem Türkiye’nin Almanya’yı hem de Almanya’nın Türkiye’yi daha iyi tanımasını sağlayacak. Seyircileri Alman sinemasıyla tanıştırmak bence çok ilginç olur.
Festivalde en çok dikkatinizi çeken filmler hangileri oldu? Bu filmlerle ilgili sizi neler etkiledi?
E.A. : Ben ön seçim jürisindeydim. Türk filmleri önce Türkiye’de elendi, sonra Almanya onlar arasından seçti. Gayet güzel filmler vardı. Ben “Mektup” adlı filmin rejisini değil ama senaryosunu müthiş buldum. “Kelebekler” filmi de çok ilginçti. Türkiye’de yapılan ender yaratıcı filmlerden biriydi; bütün dünyada gösterilebilecek ve anlaşılabilecek kapkara bir komedi. Benim en çok dikkatimi çekenler bunlar oldu.
Bu yıl festivalde çok başarılı filmler birbirleriyle yarıştı. Bu filmleri keşfetme ve seçme sürecinden bahsedebilir misiniz?
E.A. : Bütün ön jüriler festivale başvuran bütün filmleri izliyor. Kriterler çok açık. Bütün dünyada da bunlara bakarlar. Filmlerin oyunculuğunu, genel atmosferini değerlendirirler. Atmosfer dediğimiz şey sinema sanatının en önemli unsurlarından biri. Hikâye basit olabilir ama onun atmosferi sayesinde çok sinematografik bir dünya kurmuştur yönetmeni. Onun dışında anlatılan hikâyeye, karakterlerine ve kurgusuna dikkat ediyoruz. Birtakım amatör hatalar yapılmış filmleri diğer filmlerden ayırmaya çalışıyoruz. Yaratıcılık ve özgürlük ön planda olmalı. Sonuçta filmler yarışsın diye değil seyredilsin diye piyasaya sürülüyor. Her filmin ayrı bir seyircisi var. Onlar arasından sinema sanatına adım atmış, özgür bir buluş yapmış filmleri böylece ayırt edebiliyoruz.
Sizce bir filmde kültürler arası yaklaşım barındıran bir anlatım nasıl yakalanabilir?
E.A. : Kültürler arasılık kaygısı ya da sosyal bir probleme çözüm getireyim diyen bir sanat eseri olamaz. Bunlarla ilgilenmez sanat eserleri. Bir derdi vardır ve onu anlatmak için her türlü görsel, işitsel, sinematografik aracı kullanır. Böylece ortaya bir sanat eseri çıkar. Bu gerçek bir sanat eseriyse kültürler üstüdür aslında. Yani bütün kültürlere hitap edebilir. Burada işin anahtar sorusu şu; Hangi seyirciye film yapıyoruz? Eğer hem Türk hem Alman seyirciye film yapmak istiyorsa bir sinemacı, iki seyircinin de neyi arzu ettiğini, neyi beklediğini, neyi nasıl anladığını çözebiliyor olması hatta bunu bir içgüdüye çevirmesi lazım. Mesela Fatih Akın iyi bir örnek. Fatih Akın illa ki iki kültürlü filmler yapıyor diye bir şey yok aslında. Almanyalı bir sinemacı olarak bakmak lazım buna. Filmlerinin çoğunu Almanca çekiyor ama tabii Türkçe filmleri de var. Fatih Akın, iki kültürle birlikte yaşadığı için, yönetmen kitlesini seçebilir. Yönetmen, sadece Almanların anlayabileceği bir hikâye bu diyebilir. Yani yönetmen kültürler arası olsun diye bir amaç güderek sinema filmi yapmaz, sadece sinema filmi yapar. Sanat böyle özel bir misyonu olan bir şey değil, sanatçının kendi tecrübelerini dinleyicilere aktaran bir alan sinema sanatı. Bu yüzden önemli olan seyircileri düşünmek. İstediklerinin tam tersini de verebilirsiniz. Onları şaşırtabilirsiniz, korkutabilirsiniz, ürkütebilirsiniz. Ama bütün bunlar o seyirciyi iyi tanımanızı ve onların beklentilerini anlamanızı gerektiriyor. Benim çok önemsediğim bir şey olan seyirci dramaturjisinin[1] peşine düşmek lazım. Sonuç olarak o seyirciyi anlarsanız onu anlatabilirsiniz. Kültürler arası film yapmak ilginç bir macera aslında başka kültürler için de.
Sizce festivale hem Türk hem de Alman toplumundan tepkiler nasıl? Yeterli ilgili gördüğünü düşünüyor musunuz?
E.A. : Hayır düşünmüyorum. Projenin büyük kitlelere ulaşmasını istiyorsanız büyük bir kaynak ayırmanız gerek. Almanya gibi büyük nüfuslu bir toplumda yeteri kadar duyurulamıyor bunlar. Bu bütçelerle duyurulması imkânsız zaten ama bunu bir başarısızlık olarak görmüyorum. Ancak bu maceranın tanıtım engelini aşacak kadar büyümesi ve güçlenmesi gerekiyor. Türkiye’de de Almanya’da da yeteri kadar duyulduğunu düşünmüyorum. Genelde sinemacılar çevresinde duyuluyor.
Bu yıl yaklaşık 40 filmin gösterildiği 18. Uluslararası Frankfurt Türk Film Festivali, Frankfurt Cinestar Metropolis sinema salonunda düzenlenen ödül töreni ile kapandı.
Festival kapsamında Altın Elma kazanan filmler şunlar oldu:
- En iyi film ödülü: İşe Yarar Bir Şey
- En iyi yönetmen: Pelin Esmer (İşe Yarar Bir Şey)
- En iyi görüntü yönetmeni: Gökhan Tiryaki (İşe Yarar Bir şey)
- En iyi kadın oyuncu: Hazar Ergüçlü (Kar)
- En iyi erkek oyuncu: Bartu Çağlayan (Kelebekler)
- En iyi senaryo: Erkan Tunç (Martı)
- En iyi müzik: Ekin Üzeltüzenci (Körfez)
- Seyirci ödülü: İstanbul Kırmızısı (Ferzan Özipek)
Ayrıca, Türkiye’den “Hikâyeci” filmi ile Anıl Güldoğan, Almanya’dan “Through Her Eyes” filmi ile Sarah Fürstenberg En İyi Kısa Film ödüllerine layık görüldüler.
[1] Dramaturji: Bir metnin sahneye çıkmasına kadar geçen süreç olarak tanımlanabilir. Oyun ile seyirci arasındaki köprüdür.
Metin: Dilay Muran
Görsel: İnstagram (Ezel Akay’ın izni ile alınmıştır)
Editör: Burak Üzümkesici
[smartslider3 slider=21]