Wir arbeiten gemeinnützig. Wenn ihr Maviblau unterstützen möchtet, dann schaut mal hier!

Vitrindeki Kedi

– Sevinç Çalhanoğlu


Bu kedi bizim eve nereden gelmişti? Buraya taşındığımızda biri hediye mi etmişti
yoksa annem sokakta mı bulmuştu? Her ne yolla geldiyse kutsal olacak, annem ona
dokunmamıza asla izin vermezdi. Evdeki eşyaların en yumuşağı, en asili, en cazibelisi
olan bu kediye dokunmak benim ve kardeşim için günaha girmek gibi bir şeydi. Salonun ortasında tüm varlığıyla oturan kediye elimizi sürmemek için kendimizi zor tutardık. Bunu gizlice yapmamız ve arkamızda hiç iz bırakmamamız gerekirdi. Kedinin
anlatacağından değil, bir hareketimizle etrafa dağılacak o güzelim tüylerin bizi ele
vermesinden korkardık. Bu yüzden onunla oynayacağımız zamanları iyi bellemiştik.
Annemin bizi evde kısa süreliğine yalnız bıraktığı anları vakit kaybetmeksizin
değerlendirmek için bir hareket planımız bile vardı. Kediyi annem nasıl bıraktıysa öyle
bulmalıydı. Önce kedinin etrafında dolanır, durduğu pozisyonu, taranmış tüylerinin
yönünü iyice aklımıza yazardık. Annem cin gibiydi. Kedinin gözünün önüne kaç tüy
düştüğünü bile bilirdi. Biz de annemi bilirdik. Tozunu yeni aldığı sehpanın ya da vitrin
örtülerinin yeri şaşmamalıydı. Oyunu onun kurallarına göre oynardık. Kediyi okşadığımız, odadan odaya gezdirdiğimiz o anlarda sanki kedi değil de biz nefesimizi
tutardık. Birimiz oynarken diğeri etrafa dağılan tüyleri elinde toplar, doldurduğu çöp
poşetini kara deliğe yuvarlardı. Annem gelmeden kediyi aynı yerine önceki gibi koymayı becerir, hiçbir şey yaşanmamışcasına odamıza çekilirdik.

Kediye dokunmak için annemin evden çıkmasını sinsice beklediğim günler geride
kaldı. Annem ve kardeşim, peşpeşe, uzayın derinliklerini, yeryüzünün bilinmezliklerini
incelemek üzere uzun sürecek bir yolculuğa çıktılar. Uçuşu salonun tam ortasından
gerçekleştirdiklerinden bir süre göz gözü görmedi. Etrafın tozunu almaya giriştiğimde,
kedinin vitrinde durmasının ne manası var deyip, onu oturma odasındaki dua çiçeğinin
yanına kaldırmaya karar verdim. Kucağıma alıp tüylerini taradıktan sonra dökülen
tüyleri pencereden bıraktım. Tüyler havada uçuşup bizim evin denizliklerine düştü.
Düşsünler. Annemin gözlerinin bizim evi gökten dikizleyebilecek kadar keskin olduğunu biliyorum ama yukarıdan İstanbul’u bulsa bile semti, semti bulsa mahalleyi, mahalleyi bulsa bile sokağı seçmesi biraz zaman alacaktır. Ne aynı kalmış ki, döndüğünde kediyi de olduğu gibi aynı yerde bulmak istesin.

Kediyle istediğim kadar oynayabileceğimi, odadan odaya istersem
yuvarlanabileceğimi ancak fark ediyorum. Ama kim uğraşacak onun arkasını
toplamakla. Etrafta zerre toza tahammülüm yok. Giderken kediyi yanlarında götürseler
iyiydi. Annem oralarda onunla uğraşamayacağından mı yoksa benim ona iyi bakacağımı düşündüğünden mi onu evde bıraktı, bilmiyorum. Nasıl olur da bizden sakındığı kedisini yanına almaz, şaşılacak şey. İnsanlar da bir tuhaf, annemin böylesi uzun soluklu bir yolculuğa kocasını davet etmeyişine takmışlar. Kimsenin kediyi düşündüğü yok. Doğrusu, ben de dua çiçeğini sulamaya odaya girmesem, evde bir kedi dahi olduğunu unutacak oluyorum.

Şimdi o bana bakıyor, ben ona. Onunla artık istediğim kadar oynayabileceğimi,
onunla odadan odaya gezebileceğimi.
Hiç.