– Öz
Die Menschen hier neigen dazu, mich so selbstverständlich zu fragen: „Woher kommst du?“ und wollen eine einfache Antwort hören. Als ob ich diese Frage beantworten müsste, als ob ich die Antwort wissen müsste, als ob ich erklären könnte, woher ich komme.
Siehst Du, es gibt keine einfache Antwort auf diese Frage.
Es gibt meistens eine Geschichte zu dieser „einfachen“ Frage.
Ben yazları nemiyle insanı nefessiz bırakan,
göğsünden aşağı şıp şıp ter akıtan Akdeniz’den geliyorum.
Ben aynı zamanda güneşiyle boynunuzu nar rengine kızartan Güneydoğu’dan geliyorum.
Ben denizin mavi ve yeşil tonlarının iç içe geçtiği,
dağlardaki ve tarlalardaki kahverengilerin birbiriyle yarıştığı,
iki farklı kültürün birlikte yoğrulduğu yerden geliyorum.
Ben yalnızca kendimin değil, ailemin de yürüdüğü yerlerden geliyorum.
Öyle bir yer ki bu yer,
zamanında soran beyaz Almanlara “Antalya’nın hemen yanındaki, balkonları portakal çiçeği kokan, Akdeniz’in en uzun kumsallarına sahip olan şehir” diye tasvir ettiğim
ama;
dünyanın belki de en güzel gün doğumunu izleyebilecekleri, destansı ve mistik Nemrut Dağı’nın oldugu şehir demeye cesaret edemediğim yerden geliyorum ben.
Ben akademik geçmişi olmayan,
günleri sabahtan akşama kadar kah tarla biçerek, kah davar güderek,
daha sonraları ise esnaf olarak çalışmayla geçmiş,
yarı Türk yarı Kürt, kalabalık bir ailenin
ilk çocuğu,
ilk torunu,
ilk üniversiteye gideni,
ilk kendi başına gurbette yaşayan evladı,
ilk,
ilk,
ilk…
Ben birçok kimsenin, kendimin dahi, hiçbir yere koyamadığı o çekmeceden geliyorum.
Ben, dedemin Aleviliğini unutup sakladığı,
çocuklarına kendi anadilini öğretmektense kaldırıp koydugu sandıkta,
elbiselerimin kenarları sandık lekesi, ellerim naftalin kokulu,
öylece bekliyorum bazen.
Ben yer sofrasıyla mutfak masası arasında ilmek dokunan bir yerden geliyorum.
Ben bir bavuldan ve o bavulun içine doldurduğum,
yıllardır ve binlerce kilometre yanımda taşıdığım hikayelerden geliyorum.
Ben, iki göz odasının birinde doğduğum ama hiç görmediğim, içinde 10 kişilik ailemin – bir de benim – yaşadığımız anılardan geliyorum.
Hem gecekondu hikayelerini, hem de üniversitede aldığım kuantum fiziği notlarımı ekliyorum bavuluma.
Zaman görecelidir.
Belki bir başka enlemde Kürtçe konuşabildiğim ya da hala babaannesinin dizinde oturan bir kız çocuğu olduğum bir yerdeyimdir.
Üniversiteden kızlarla, şimdilerde dünyanın her bir yanına dağılacağımızdan habersiz, sabahlara kadar dans etmiş, İstiklal Caddesi’nden eve dönüyorumdur belki de. Şarabın kekremsi tadı damağımda ve Abbasağa yokuşundan yayılan taze ekmek kokuları burnumda.
Belki ilk protestomuza pankart hazırlıyoruzdur ya da boğaza karşı oturmuş, simit-ayran ikilisinin tadını çıkarıyoruzdur birlikte.
Her bir anıyı, her bir olasılığı dolduruyorum bazen özenle topladığım, bazen ise sinirle kapattığım bavulumun içine. İçi öyle dolu ki…
Ben bugün, tam da bu satırları yazıyorken durup düşünüyorum
her şey olması gerektiği gibi ve ben olmam gereken yerdeyim;
çok yönlüyüm ve çok renkliyim
sakinim ama kızgınım
güçlüyüm ama kırılganım
yorgunum ama iyi bir göçmenim
weil mein deutsch “akzentfrei” ist
aber Du fragst mich
“woher kommst du eigentlich?”
Siz benim – bizim – nereden geldiğimi boşverin de, asıl soru şu anda gerçekten nerede olduğumuz değil mi zaten?
Neredesin? Nereye gitmek istiyorsun?
Wo bist Du? Wo möchtest Du hin?
Ben ellerimle tek tek ektiğim fidanlardan kiraz topladığım yerdeyim.
#identität
#zugehörigkeit
#heimat