– Özge Çetin
Misafir odamın arka planında Pink Martini Fransızca: “Je n’est veux pas travailler!”* diye şarkı söylerken, ben tam aksine Amerika’da geliştirilen ve Çin’de üretilen dizüstü bilgisayarımda projem için röportajları yazıyordum. Türkiye´den arabayla zar zor getirdiğimiz ahşap masanın üstündeki Kanada yapımı not defterime, İngiltere’den aldığım bir dolma kalem yardımıyla bazı fikirlerimi işliyordum.
Hoş bir esans olsun diye İsviçre’den gönderilen el yapımı, vanilya aromalı soya mum yanarken, tam karşımda İranlı Siyam kedim keyif içinde mırlayıp garip sesler çıkarıyordu. Ben de demli Türk çayımı zevkle yudumlayıp, etrafıma baktım. Kenya’dan gelen objelerle dekore edilmiş ve İstanbul’daki Kapalı Çarşı’dan alınan otantik lambalar odayı aydınlatıyordu Almanya´daki evimde.
O anda aklıma gelen düşünceden dolayı bir an duraksayarak kendime sordum: Ne kadar monokültürel, yani tek kültürlü yaşayabiliriz ki?! Ve böyle bir mozaiğin tam ortasında yaşarken, bilinmeyene olan bu korkumuz niye?
Oturma odalarımızda barındırabildiklerimiz, nedense hayatımızda tahammül edemeyip hayatımızın bir parçası olmasını istemiyoruz. Misafir odamızda sunduğumuz ‘hoş geldiniz’ kültürünü, içimizde de gerçekten ne kadar dekore edebiliyoruz acaba?!
Ya o odaların atmosferinde edilen sohbetler ne kadar odanın kozmopolit tarzına denk veya zıt?! Bazen de bu sohbetleri etmeye cesaretimiz olmayabiliyor… Bazılarımız için bu sohbetler onları ve düşüncelerini geçmişe götürebilir, hatta her zaman orada sıkışıp kalmışlıkları veya kapalı kapılar ardına kilitlenmiş dahi olabilirler. Onları şimdiki zamana geri getirebilir ya da başkalarına gelecek için farklı bakış açıları gösterilebilir ya da sağlayabilir. Öyle ya da böyle, bazıları nihayet bir veya daha fazla kişiye deneyimlerini, görüşlerini, sevinçlerini ve aynı zamanda göçleri, kimlik arayışlarını ve çok kültürlülük konularındaki üzüntülerini, zorluklarını veyahut avantajlarını anlatabilir.
Hikâyelerin paylaşılması, birbirimizi ve özellikle kendimizi bulabilmemizi ve anlayabilmemizi sağlar. Sizi, insanoğluyla var olan ve her zaman var olacak bir yolculuğa, yani göç hikâyelerine götürüyorum. Bunları çok duymuşsunuzdur, bir de gelin gerçekten yaşayanların ağzından dinleyin bir misafir odası sohbetinde.
*Çalışmak istemiyorum!
These words are some of many wonderful results of our project Waving Bodies.
Find the other texts here.